Kasım ayında okuduklarımı yeniden yazmaya başlayacağım demişim ama yine es geçmişim. Neyse şimdi aklımızda kaldığı kadarıyla kayıt altına alacağız. İnsan hayatında o kadar inişler çıkışlar yaşıyor ki. Tabi ki mutlulukları ve de mutsuzlukları yaşarken ruh halime göre okumaya devam ediyorum ve de film seyretmeye. Benim iki tutkum. Bu işleri çok anlamaya kafa yormuyorum, sadece zevk almaya çalışıyorum. Ve ruh halim bana hangi filmi seyretmem ya da hangi kitabı okumam gerektiğini söylüyor.
Evet en son Ocak-Şubat 2011 kayıtları yapılmış. Şimdi son 1,5 yılda okunanlara bakılacak.
Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
Arka Kapak
"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
Bir kez daha eskiye övgü.
Aylak Adam - Yusuf Atılgan
Arka Kapak
Her şeye "karşı" duran, "karşı" çıkan, "karşı" olan bir adam... Aylak Adam... Bir adı bile yok. "C." diyor Yusuf Atılgan kısaca.
İnsan her şeye bunca "karşı"yken kendine de "karşı" olmadan nasıl sürdürülebiler bir "karşı" yaşamı?
C., sıradanlığa, tekdüzeliğe, alışılmışın kolaycılığına hiç mi hiç katlanamıyor. Hem farklıyı, hem doğru olanı arıyor. Çabasının boşuna olduğunun da farkında üstelik.
Zor bir karakter, zor bir yaşam, yalın bir roman.
Hürriyet gazetesinde Kanat Atkaya ara ara okuduğu kitaplar arasında Yusuf atılgan'ın Aylak Adamı'nı sayınca ben de hemen alıp okudum. Ne de olsa bu sıralar aylaklığa övgüler yazıyorum. Ve en güzel tarifi nerede bulurum diye arıyorum. Ve Yusuf Atılgan bunu gerçekten güzel anlatmış.
İsanbul Hatırası - Ahmet Ümit
Arka Kapak
Ahmet Ümit'in beklenen romanı İstanbul Hatırası 1 Haziran tarihinde okurlarla buluşuyor. Romanlarında zengin arka planı polisiye kurgu içinde vermekteki ustalığı ile bilinen Ahmet Ümit'in bu romanı da yine peş peşe işlenen cinayetlerin çevresinde kurgulanmış. Ancak bu kitabı sıradan bir polisiye romandan ayıran birçok özellik var. Her şeyden önce zengin kadrosu ile İstanbul Hatırası, çeşitli kesimlerden İstanbulluyu bir araya getirerek içinde barındırdığı alt öykülerle zengin bir yapı sunuyor. Birbirine bağlanan bu alt öyküler bir yandan gerilimin etkisini artırırken bir yandan da romanı şenlikli ve çok yönlü bir yapıya ulaştırıyor.
Kitabın bir başka önemli özelliği de İstanbul hakkında son derece detaylı bilgi içermesi. Kurgunun içine yerleştirilen bu bilgiler hem okumayı daha meraklı hale getiriyor hem de tarih aracılığıyla çok günümüzün dışındaki öykülerin de kurguya yerleşmesine imkan tanıyor. Böylece Ahmet ümit'in İstanbul Hatırası adlı romanı, başka başka dönemlerin öykülerinin eşliğinde, günümüz İstanbul'unun geniş bir panoramasını oluşturuyor. Tutucusundan modernine, eski İstanbullusundan yeni göç etmişine, milliyetçisinden gayrı Müslim'ine varana dek İstanbullu diye adlandırılabilecek herkes bu kitabın içinde kendi öyküleriyle birlikte İstanbul'un devasa çarklarının dişlilerini dile getiriyor. Binlerce yıllık tarihiyle İstanbul başrolü oluştururken romana girip çıkan her karakter de İstanbul'un nasıl İstanbul olduğunu aktarıyor.
'Sultanı Öldürmek' kitabını okuduktan sonra iki yıl önce okuduğum bu kitabı tekrar okumak istedim. İstanbul'la ve onun tarihiyle ilgilenenler için işlenen cinayetleri çözmeye çalışırken İstanbul'u keşfetmek keyifli oluyor ve İstanbu^'un tarihine olan merakınız daha da artıyor.
Sultanı Öldürmek - Ahmet Ümit
Arka Kapak
"Biri, sizi cinayet işlemekle suçladığında deliller bulur, tanıklar gösterir, bunun bir iftira olduğunu kanıtlamaya çalışırsınız, ama sizi itham eden kişi bizzat kendinizseniz, ne yaparsınız?"
Ahmet Ümit'in Nisan ayında yayınlanacak romanı Sultanı Öldürmek bu satırlarla başlıyor. Yıllardır aynı kadını bekleyen bir tarihçinin hikâyesi bu. Şahane bir aşk için harcanmış bir ömrün hikâyesi... Serhazinlerin son temsilcisi Müştak Serhazin'in başından geçen dört günlük tuhaf bir serüven. Sapında Fatih Sultan Mehmed'in tuğrası bulunan mektup açacağıyla öldürülmüş bir tarih profesörü... Bir aşk cinayeti mi? Yoksa kökleri "Ulu Hakan"ın şüpheli ölümüne uzanan bir entrika mı? Osmanlı devletinin bir imparatorluğa dönüştüğü o zaferler ve ihanetlerle dolu günlere yapılan sıradışı bir yolculuk. Ve bu heyecan verici yolculuk boyunca kulaklardan eksik olmayan o kadim soru: Tarih, geçmişte yaşananlar mıdır, yoksa tarihçilerin anlattıkları mı?
"...Ve Sultan Mehmed Han. Mehmed Han oğlu Murad Han oğlu Fatih Sultan Mehmed Han. İki karanın ve iki denizin hâkimi. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi. Kostantiniyye'yi zapt eden padişah. Roma İmparatorluğu'nun doğal varisi, farklı dinlerden, farklı dillerden, farklı ırklardan yepyeni bir millet yaratma aşkıyla yanıp tutuşan kudretli hükümdar. Uçsuz bucaksız ovalarda at koşturan ordular. Kılıç sesleri, savaş naraları, korku çığlıkları. Ardı ardına düşen şehirler, ardı ardına yıkılan devletler, ardı ardına el değiştiren kaleler. Kırk dokuz yaşında dünyaya nam salmış bir hükümdar. Ve değişmez kader. Akşama kavuşan gün. Ecel şerbetini içen insan. Ve Fatih Sultan Mehmed'in şüpheli ölümü. Ve onun iki şehzadesi. İkiye bölünen saray, ikiye bölünen devlet, hiçbir şeyden haberi olmayan bir halk. Ve iki şehzadenin kanlı boğazlaşması sürerken saray odasında unutulan Fatih Sultan Mehmed Han'ın cansız bedeni..."
Ahmet Ümit, kusursuz bir kurguyla ele aldığı bu cinayet-aşk-tarih örgüsünde edebiyat okurlarının gözündeki ayrıcalıklı yerini bir kez daha sağlamlaştırıyor.
Metroland - Julian Barnes
Arka Kapak
Barnes'ın ilk romanı Metroland, Somerset Maugham Ödülü'nü kazandı.
Roman, 68 kuşağından iki gencin, Chris Toni'nin, gelişme süreçlerini eğlenceli bir üslupla ortaya koyar. Keskin ironi ve yoğun argosuyla dönemin darkafalılığıyla dalga geçerken kuru bir eleştiriyle sınırlı kalmaz; sözcüklerle, alanı yaşam olan bir oyuna girişir.
Her ilk romanı, Metroland kadar komik, ironik, derinlikli, Metroland kadar iyi kurulmuş olsaydı romanın ölümünden bahsedilmezdi.
Aylaklığın tarifini bulmak için okuduğum kitaplardan biri. Belki daha eskiden okusan daha keyif alabilirdim ama şimdi okuyunca aradığım tarifi bulduğumu söyleyemeyeceğim.
Düşkaçıran - Cemil Kavukçu
Cemil Kavukçu, tam bir öykü ustasıdır; küçücük bir kıvılcımdan tadına doyulmaz öyküler çıkarır. Düşkaçıran, yazarın yeni öykü kitabı. Kavukçu, bundan önceki kitaplarında doğup büyüdüğü İnegöl'den yola çıkarak taşralı gençlerin öykülerini, aşklarını, umutlarını taşımıştı okura... Meyhaneleri mesken edinmiş denizcileri, yaşadığı kasabaya sıkışıp kalmış genç kızları, çocukları... Düşkaçıran, Kavukçu'nun kitaplarında bir kırılmaya işaret eden yeni, farklı öykülerden oluşuyor. Bu öyküler gerçekle gerçeküstü arasında duruyor, öykücülüğümüze fantastik, gotik tatlar getiriyor. İnanılmazı, tedirgin edici düşleri, tuhaf hayvanları, hayaletleri konu ediniyor. Düşkaçıran Cemil Kavukçu okurları için gerçek bir sürpriz.
Ben bu kitapla tanıdım Cemil Kavukçu'yu. Belki öykü kitapları yerine romanları seçtiğimden. Aslı Erdoğan'ın öykülerinin içimi kararttığını söylemiştim. Ama şu an bu kitaptaki öyküler hakkında bir yorum yapamıyorum. Mucizevi Mandarin'den sonra bu kitabı okumuştum, en azında ondan daha iyi duygular uyandırdığını hatırlıyorum.
Mucizevi Mandarin - Aslı Erdoğan
Arka Kapak
Dünya okurlarınca "geleceğe kalacak elli yazar" arasında sayılan Aslı Erdoğan'ın ilk öykü kitabı: Mucizevi Mandarin. Yalnızca Türkçe'de değil çevrildiği yabancı dillerde de aynı ilgiyi uyandırmış bir kitap. Hoyratlığın karşısındaki ince ve güçlü bir direnç…· Yitik gözün boşluğunda· Mektup, size· Giderken· Aynanın dibine yolculuk (imgeler)· Unutulmuş topraklar· Geçmiş ülkesinden bir konuk· Bir aşk öyküsü· Hüzünlü kahveler· Mucizevi mandarin· Sırp lokantası ve Michelle· Varlık · Gökyüzü· Unutulmuş topraklar"Yaşlı ve çirkin bir mandarin, karşılığını parayla ödeyeceği zevk gecesi için olağanüstü güzel, ama taş kalpli bir fahişeye gitmiş. Sabaha karşı, yaşlı adamın uykuya dalmasını fırsat bilen genç kadın, soyguncu dostlarını çağırmış. Ne var ki mandarin, tilki uykusundan fırladığı gibi olanca gücüyle karşı koymaya, dövüşmeye başlamış. Haydutlar hem kalabalık, hem de işinin ehliymiş. onu kolayca köşeye sıkıştırmışlar. Ancak ne kadar vururlarsa vursunlar, bu zayıf, çirkin bedende yara açılmadığını, can alıcı darbelerin iz bırakmadığını görmüşler. Bıçaklarını, kılıçlarını çekmişler, ama en keskin bıçak, en acımasız kılıç bile mandarine hiçbir şey yapamıyormuş. Sonunda korkup kaçmışlar. Dövüşü izleyen kadın, yaşlı adamın mucizevi gücünden etkilenmiş, bir kez daha, bu sefer aşk adına sevişmek istemiş. Onu hayranlıkla, arzuyla, şefkatle okşamaya başlamış. Gelgelelim güzel kadının her donuşunda mandarinin bedeninde yeni bir yara beliriyormuş, dövüşün, darbelerin, bıçakların, kılıçların açtığı yaralarmış bunlar. İçten bir ilgi ve şefkat görene dek gizli kalmışlar. Sonunda mandarin kanlar içinde kadının kollarında yığılmış, ölmüş. Bir zamanlar izlediğim Mucizevi Mandarin adındaki bir balenin, eski Çin efsanelerinden alınma öyküsünü, ilk sevişmemizden hemen sonra Sergio'ya anlatmıştım. Nedense anlattıklarımdan pek hoşlanmadı, ama bu öykü benim en sevdiklerimden biridir.
Benim için fazla karamsar bir yazar. Yaşadığımız dünyayı biraz güzelleştirebilmek için daha umutlu, daha olumlu olmamız gerektiğine inanıyorum. Ama yazarımız herşeye o kadar karanlık taraftan bakıyor be seni de karartıyor. Ben evet beni düşündüren şeyler okumayı severim ama içinde bir umut olmalı.
Aşktan Dinle - Cemalnur Sargut
Arka Kapak
Aşk sultânı Hz. Mevlânâ'nın, Mesnevî isimli eserinde "Ey bizim sevdası hoş olan, güzel olan aşkımız, Ey bizim bütün mânevî hastalıklarımızın, dertlerimizin tabibi" diye anlattığı aşk, Allah'ın yeryüzünde kendisinden göründüğü İnsan-ı Kâmil'den, yani Allah'ın mânâsından başkası değildir. O, bu mânâyı rehber edinip, kendi vücûdu içinde nefsini rûhunun esiri haline getirerek birlemiş, aşkın da bu birliğin efendisi olmasına vesîle olmuştur. Bunun içindir ki ona, nefisleri efendi kılan mânâsında "Efendimiz (Mevlânâ)" denilmiştir.
Cemalnur Sargut "Aşktan Dinle" isimli bu kitabında bize, Hz. Mevlânâ'nın Mesnevî isimli eseri ışığında nefs, aşk, kibir, cömertlik, gösteriş, edep gibi insanın gelişiminde rol oynayan pozitif ve negatif kavramların iç mânâlarını anlatıyor. Bizi Mesnevî'de buyurulan,"Tû megû mârâ bedân şeh bâr nîst / Bâ kerîman k?rha doşvâr nîst (Benim o yüksekliklere çıkmaya gücüm yok deme, Kerîm olanın eteğine yapış, seni çıkaracaktır.)" emri üzerine, Kerîm olan Mesnevî'ye yapışmaya davet ediyor.
Aydın Boysan'ın dünyası nasıl başka bir dünya diyorsam, bunun için de aynı şeyi söylerim. Evet ben de bilenlerden, erenlerden olmak isterim ama Cemaşnur Sargut bana samimi gelmiyor. Bilemiyorum onda beni iten bir şeyler var. Ama yine de başka göz attığım kitaplarına göre bu daha okunası.
Maun Suresi Böyle Buyurdu - Yaşar Nuri Öztürk
Arka Kapak
Bu kitap, şu 6 soruya Kur’an’ın verdiği cevapları gündem yapmaktadır.
Kamunun haklarını yiyenlerin din açısından durumları nedir?
Halkı soymayı kolaylaştırmak için dini, namazı, niyazı araç yapanların din açısından durumları nedir?
İbadetlerine riya bulaştıranların din açısından durumları nedir?
Kitleleri, ne dediğini anlamadan ibadet etmeye zorlayanların durumu nedir?
İlk 4 soru bağlamında Türkiye’nin durumu nedir?
İlk 4 soru bağlamında dünyanın durumu nedir?
Mehmet : Fay Kırığı 1 - Mehmet Eroğlu
Arka Kapak
Hakkâri'deki askerliğin ardından on yıl boyunca hiçbir işte dikiş tutturamayan Mehmet Esen, 2005
Temmuz'unda İstanbul'dan cazip bir iş teklifi alır. Bu şaşırtıcı teklif, aynı bölükte birlikte savaşmış beş asteğmeni yıllar sonra bir araya getirecektir: Cenk Plevneli, İstanbul'da batmak üzere olan bir Holding'in varisi; Altan Kısa, bir sendika yöneticisi; Prof, yorgun bir öğretim görevlisi; çok zengin ve muhafazakâr bir Kayseri'li ailenin büyük oğlu Yakup Kadıoğulları ise İslamiyet ile kapitalizmin birbiriyle bağdaşmayacağına inanan birisidir. Mehmet'i İstanbul'da daha önce tanıdıklarından çok farklı iki kadın da beklemektedir: Hazza ve günâha inanan, acının yararsızlığını tekrarlayan Simin ile,Yakup'un türbanlı olduğu için üniversite eğitimini yarıda bırakan, güzelliğini gizleyen kız kardeşi Emine.
Eroğlu'nun Türkiye'nin değişen çehresine baktığı "Fay Kırığı" üçlemesini ilk kitabı olan "Mehmet"in odağında ayrı dünyalara ait iki insanın aşk öyküsü yer almasına rağmen, romanın fonunu, zenginliğini Anadolu'daki köklerinden, nüfuzunu ise İslamcı hükümete yakınlığından alan muhafazakâr Kadıoğulları Grubu'nun, İstanbul'un en eski ve tanınmış şirketlerinden olan Plevne Holding'i ele geçirme serüveni oluşturur.
Aşk, ayrı dünyaları birleştirebilir mi? Müslüman bir burjuva sınıfı yaratılması İslamiyet'e nasıl uygun düşer? Kuran'ın ahlâkı kapitalizmle bağdaşır mı? Romanda tartışılan sorunsallar bunlar olmakla beraber, romanın kahramanı Mehmet'in bu süreçte hangi tarafı seçeceği de bir anlamda günümüzün bireylerini yakından ilgilendiren bir tercihtir.
Mehmet Eroğlu, adları "Mehmet", "Emine" ve "Rojin" olan "Fay Kırığı Üçlemesi"yle ayrı dünyaları, o dünyalara ait insanları ve Güneydoğu'da yirmi beş yıldır süren savaşın 1993-1994 dönemini anlatırken, aynı zamanda ülkemizin -Laik-Müslüman, Türk-Kürt çatlakları eksenindeki- son on beş yıllık bölünüşünün bir panoramasını ustaca çizer...
Kusma Kulübü - Mehmet Eroğlu
Arka Kapak
Hayatını "benimki mutsuzluğuma alışmak" diye tanımlayan Umut, onu dölyatağından cansız bir cenin gibi dışarıya atan İstanbul'da tutunma umudunu yitirdiği gece, matematik olimpiyatlarına katılmış bir kadınla karşılaşır. Nihan, zeki ve akıllı kişilerin oluşturduğu garip bir kulübün başkanıdır. Umut da bu kulübe katılır ve kendini birden magazin dünyasının içinde bulur. Ancak bu renkli dünyadaki serüven çok geçmeden hüzünlü bir yolculuğa dönüşecektir.
Umut süprizlerle dolu bu yolculukta, insanın "kendisine acımaktan vazgeçtiğinde başkalarına da acıyabileceğini" keşfedecek ve sonunda "acımayı bilen, insancıl bir Tanrı"nın hüküm sürdüğü yeni dünyaya ulaşarak kendisiyle ilgili o büyük gerçekle buluşacaktır...
Bir yanda magazin kraliçeleri, mankenler, sahtekar işadamları, kendine dokunulmaz bir konum belirleyerek ülkenin kaderinde rol oynamak isteyen medya, öbür yanda ise genç bir kadına aşık olan kaçık bir feylesof, keskin kulaklı bir Güneydoğu gazisi, açlık grevinde belleğini yitirmiş bir kız, polisin bir türlü körleştiremediği bir ama; "Kendi cennetini arayan düş kırgınları..." İkiye bölünmüş bir kentin, ikiye bölünmüş kahramanları...
Romanlarıyla kendine ait -'işte benim yazarım' diyen bir okur kitlesi yaratan usta yazar Mehmet Eroğlu, sekizinci romanı "Kusma Kulübü"nde "bu gezegenin üstündeki en tehlikeli hastalık, yok edilmeli" diye nitelediği zenginliği, yerleşik sistemi, medya ve magazin dünyasını kıyasıya eleştiriyor ve bu eleştirilerden yola çıkarak, insanı en çok insan kılan bir erdemi büyük bir ustalıkla çarpıcı bir edebiyat temasına dönüştürüyor...
Başta tasfir edilen sahnelerden dolayı okumaya devam edemeyeceğim sandım ama yazarın edebi dili insanı öyle bağlıyor ki, bırakamıyorsun.
Düş Kırgınları - Mehmet Eroğlu
Arka Kapak
Homeros'un doğduğu kente komşu; güneşin, Tanrı'nın yarasından düşen bir kan damlası gibi denize battığı; Şeyh Bedrettin'in müritlerinin en son neferine kadar kesilip katledildiği; onlarca yıl insansız kalmış bir yarımadanın ucunda gönüllü sürgününü yaşayan, kırgın bir erkeğin, Kuzey'in kendine bakışının hüzünlü hikayesidir "Düş Kırgınları".
Aşk, pişmanlık, dostluk, erdemler ve insanlık durumları üzerine yoğunlaşan duygusal bir düşünme; aşık olmak-sevmek ikilemi üzerine cüretkar bir deneme: Mehmet Eroğlu'nun dokuzuncu romanı "Düş Kırgınları" bu şekilde de tanımlanabilir.
Mehmet Eroğlu, bu romanında -öteki eserlerinde rastladığımız zengin tema çeşitliliğinin aksine- tek bir konuya, aşk ve sevgi ikilemi üzerine yoğunlaşır. Aşk, yüreğin en narin ürperişi iken; sevgi, bazen de vazgeçmektir.
Bir yanda hayatı boyunca hep 'en son unutan' olmayı seçmiş, 'olgunluğun, üzerinde bir kusur gibi durduğu', içki ile acısını katlanabilir kılmaya çalışan düş kırgını bir adam, Kuzey; öte yanda 'mutluluktan daha görkemli olan şeyi' aramaya niyetli, Şafak; ve 'sevdiğine değil, onu en çok sevene gidecek' olan, Çiğdem. Ellili yaşlarda bir erkek ve yirmi beşinde iki genç kadın! Aşınmaz bir pişmanlığın penceresinden bakılarak anlatılan bir öykü olan "Düş Kırgınları", biri geçmişte, diğeri şimdiki zamanda yaşanan ve dramatik bir biçimde birbirinin içine giren iki aşkın ustaca kurgulandığı bir romandır.
Hem karada hem de denizde yaşayan yunus insanlar, Şeyh Bedrettin dönemine kadar uzandığına inanılan sırlar, benzersiz doğa betimlemeleri ve yerel öğeler taşıyan yan öyküler... Mehmet Eroğlu, "Düş Kırgınları"yla kendisinin de bir parçası olduğu Karaburun Yarımadası'nı hüzünlü bir aşk hikayesi için mekan seçerek, insanı ve doğasıyla yeniden yaratıyor...
Benim için geç kalınmış bir tanışma Mehmet Eroğlu ile. Geç de olsa iyi ki tanıdım. Edebi dilini ve kitapta yer alan aforizmaları çok sevdim.
Düşünüyorum O halde Sanığım-Zulümname - Mustafa Balbay
Arka Kapak
Mustafa Balbay'ın cezaevinde yazdığı Silivri Toplama Kampı: Zulümhane isimli kitanının ardından yeni kitabı Düşünüyorum O Halde Sanığım Zulümname isimli kitabı da çok yakında çıkıyor.
Kitabın etrafına geçirilmiş bir bantla okurların Balbay'a gönderebilecekleri bir kartpostal da kitapla birlikte verilecektir.
Ne denebilir ki...
Bıkma Yaşa - Aydın Boysan
Arka Kapak
Aydın Boysan’ın 37. kitabı Bıkma Yaşa zekâ ve neşenin keskinleştirdiği mizahla 89 yaşın hayat tecrübesini bir araya getiriyor. Dostlar ve anılar usta yazarın kalemiyle yeniden canlanıyor. Aydın Boysan okurlarını sadece geçmiş günlerde değil, yine dünyanın dört bir yanında dolaştırıyor. Sanat, mizah ve içki konusundaki sohbetle renklenen BIKMA YAŞA, Aydın Boysan’ın zaman ve evren konusundaki düşünceleriyle katı gerçeklere neşe katıyor...
“İlk marifetimiz işi hınzırlığa dökmek olacak. Dünya düşünür ve bilim insanlarının uzun yıllar çalışarak ulaştığı sonuçlardan birisi, zaman hızının hiç değişmediğinde anlaşmalarıdır.
Biz şimdi pervasız düşünme kanallarına dalarak, “zaman” denen önemli ve değişmez akışa musluk takalım. O ünlü zaman akışını hızlandırıp yavaşlatalım. Hatta istersek durduralım bile...
Örnek mi? Buyurunuz: Bir dünya güzeli hanım zaman musluğunu kapatarak istediği yaşta dursun!..
Aydın Boysan'ın tecrübelerinden faydalanmak. Herkes için mümkün mü bu? Bence o dünya farklı bir dünya. Öyle bir dünyanın içinde olmadığın sürece senin için pek bir anlam ifade etmiyor. Ama yine de bazen yazılan bir cümle senin hayatında bir yere yerleşebiliyor. Farklı bir dünya nasıl olabilir diye görmek ve arada yakalayacağın cümleler yeter diyorsan okunabilir.
Aşkın Gözyaşları Mevlana - Sinan Yağmur
Arka Kapak
En mahrem bir gecenin, en matemli anında akıyordu gözyaşları. Sırların habercileri, hızına yetişemiyordu gözyaşlarının. Çok konuştuk, biraz da susalım. Susalım ve ağlaşalım. Aşkın Gözyaşları sağanağında, yitik cennetimize yol bulalım.
"5 Aralık 1273; Mevlâna gördüğü rüya ile kan ter içinde uyanır.
Şems’in seneler önce kaldığı odaya girer.
Taş duvarlar, tahta sedir, acem kilimi, odada her ne varsa hepsi Şems kokmaktadır.
Bakışları duvarda gezinir.
Senelerdir, hiçbir şeyin asılı olmadığı duvarda, bir levhayı fark eder.
Okur yazıyı, kopar çığlık, atar kendini avluya.
Karla kaplı taş zemine, yüzüstü düşüp bayılmıştır."
Bu sefer de aynı zamanı Mevlana'nın dilinden dinliyoruz.
Sonra Hayat Yeniden Başlar - Mustafa Mutlu
Arka Kapak
Bu kitapta anlatılanlar;
Sıradan ama özel...Günlük ama ömürlük...Küçük ama büyük...Basit ama zor... Sığ gibi ama derin...
Mustafa Mutlu, bir aile öyküsü etrafında aslında koskocaman bir hayatın içindeki acıları ve sevinçleri; fırtınalar arasındaki "küçük huzur" anlarını ve huzurlu görünen hayatlardaki "büyük fırtınalar"ı harmanlıyor…
"Mustafa Mutlu, gündelik ve sıradan olayları anlatır gibi yazdığı bu romanın alt metninde hayatı ve ölümü yani insan soyunun iki temel gerçeğini irdeliyor. Ölümün de sıradanlaştığı bir çağın siyasi, toplumsal sancılarını bir aile çekirdeğinde inceliyor. İşlek bir dil, akıcı bir anlatım ve harika, sıcak bir roman."Zülfü Livaneli
Keyif alarak okuduğum bir kitap oldu. İnsanların sevgi dolu kalpleri bende umut yarattı.
Küçük Mucizeler Dükkanı - Debbie Macomber
Arka Kapak
Kitapları bütün dünyada 140 milyondan fazla satan ve birçok dile çevrilen Debbie Macomber, yürek ısıtan romanlarıyla şimdi de Türkiye'de...
"Artık o eski tasasız kız değilim. Yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim... Hiçbir şeyi, özellikle de hayatı hafife almaz oldum. Artık hiçbir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların karşılıklarının olduğunu öğrendim..."
Hayatın içinden dört güçlü kadın...
Küçük mucizeler, büyük umutlar
Ve dostluğun iyileştirici gücüne dair sımsıcak bir hikâye...
Bu kitapta mutlaka kendinizden bir şeyler bulacaksınız!
İnsanın içini ısıtan bir kitap. Kafanız çok dolu olduğunda ya da umutsuz olduğunuzda, kafanızı dağıtacak ve de umutlarınızı yeşertecek, okuması çok kolay bir kitap. Basit ama sıcak bir anlatım.
Damdan Düşen Psikolog - Doğan Cüceloğlu
Arka Kapak
Afrika kabilelerinden birinde bir bebek doğduğunda kabilenin kadınları hep birlikte ormana çekilir, o bebeğe bir şarkı yaparlarmış. Dikkatle gözlemledikleri bebeğin karakteristik özelliklerini ve gücünü ona anlatan bir şarkı...
Sonra, çok sonra bir gün, hayatla başa çıkmakta zorlanıp da kolu kanadı kırılacak olursa o şarkıyı, yani kendini hatırlasın diye... Afrikalı bebek o şarkıyı dinleyerek buyurmuş...
Günün birinde o şarkıyı tekrarlayamayacak kadar kendine inancını yitirdiğinde, onu tanıyan biri ona şarkısını çalarmış ıslıkla. Kendini, gücünü, öz hâlini hatırlar, kendine gelirmiş...
Doğan Cüceloğlu aramızda bir ıslık gibi dolaşıyor...
Kendi şarkısına gelince...
Annelerimiz yaşarken ayrıca bu şarkıyı duymaya ihtiyacımız yoktur. Annemiz, o şarkının ta kendisidir zaten. Ama Cüceloğlu, sadece on yaşındaymış annesi "gitti de gelecek" sandığında... Söyleşimiz boyunca içinde yakaladığı, annesinin bıraktığı boşlukta büyüyen kocaman bir ağıt oldu; kalabalıklar içinde ürkek, mahcup, çekingen bir çocuk...
Kendi çocukluğuna el uzatır gibi uzatıyor şimdi elini bütün çocuklara; o çocukların anne-babaları, öğretmenleri hınca hınç dolduruyorlar seminerlerini.
Kitapları baskı üzerine baskı yapıyor. Çünkü Nasrettin Hoca topraklarının çocukları olarak biliyorlar ki damdan düştüklerinde çarenin hasını kendisi de daha önce damdan düşmüş olan bilir. Hele de damdan düşüp de doğrulan üstüne üstlük bir de doktorsa...
Gizlisiz saklısız anlattı bütün hayatını. Bu kitap, damdan düşen doktoralı bir psikologun, düştüğü yerden doğrulurken kendine mırıldandığı kendi şarkısının gözyaşı ve kahkaha dolu öyküsü...
İnsanın bilge olması için çok okumasına, hatta okumasına bile gerek yoktur. Sanırım bilgelik ruhun bir hali oluyor. Burada çok okuyup bir şey öğrenememiş insanları da, hiç okumadığı halde bilen insanları da görüyorsunuz. Ve bir kez daha sorunumuzun ne olduğunu görmek için, var oluş halimize dışarıdan bakabilmemizin ne kadar önemli olduğunu hatırlıyoruz.
Bir de Baktım Yoksun - Yekta Kopan
Arka Kapak
"Buzdan bir kütle, mumyadan bir heykel gibi izledim kaderimi. Babam yanımda olsa bir tokat atar kendime getirirdi beni."
Çocukluk düşlerinden yapılmış bir evin gölgeleri içinde babanın hayaletiyle karşılaşmak... Portobello’da, George Orwell’ın evinin önündeki kaldırımda oturup Tanpınar okurken zamansız sevgiliyle karşılaşmak... Kuledibi’nde, her şeyini bir Hopper çizimini elde edebilmek için harcamış bir adamla karşılaşmak... Ölüme çeyrek kala, bir balık lokantasında küçük kızının genç kadın haliyle karşılaşmak... Cinayetle kaza arasındaki bulanıklığa sığınırken, bir evcil hayvan dükkânında vicdan azabıyla karşılaşmak... Kara mizahla yoğunlaştırılmış usta anlatımıyla Yekta Kopan, okurunu, kentler, kitaplar, resimler, şarkılar, fotoğraflar ve insanlar arasında gezdiriyor. Çok iyi bildiğimiz ama unutmaya çalıştıklarımızı hatırlatıyor. Bir de Baktım Yoksun, unutulmaz bir karşılaşmalar kitabı.
Keyifle okunan öyküler. O Portobello'da Tanpınar okuyunca, aynı anda ben de Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okumaya başladım ve de iyi ki okudum.
Kediler Güzel Uyanır - Yekta Kopan
"Beklenmedik bir anda, bir kitapla yaşadığın şaşırtıcı buluşma. Kütüphanede, rafta, çalışma masasında öylece durmakta, seni beklediğini bilmeden; zaten sen de farkında değilsin yaşanacakların. Karşılaşıyorsunuz. O senden daha cesur, sınırları yok. Sonrası kendiliğinden geliyor. Mutlusunuz. Hepsi bu."
Öyküler. Kısa öyküler. Çok kısa öyküler.
Yekta Kopan, edebiyatın en değerli parçası kısa öyküyü titizlikle işliyor. İnsanı derinden kavrayan yalın anlatımıyla hayatın tüm karmaşasını içinde taşıyan çekirdek zamanların resmini yapıyor. Cümleler, sözcükler hatta harfler, bu kitapta birer notaya dönüşüyor ve hayatın gizli ahengini sezdiriyor. Kediler Güzel Uyanır usta işi bir kitap.
Ve de Sabahattin Ali okumama sebep oldu. Öyküleri sevdim.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü - Ahmet Hamdi Tanpınar
Arka Kapak
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiiri sembolist bir ifade üzerine kurulmuştur. Aynı anlatım tarzı romanlarına da zaman zaman sirayet eder. "Saatleri Ayarlama Ensitüsü" toplumumuzun bu değişme süreci içindeki durumunu, fertten yola çıkarak topluma varan bir teknikle anlatıyor.
Kesinlikle geç kalınmış bir okuma. Başlarda okuyamayacağım sanıyorsunuz, ama ilerledikçe bu kadar mı güzel anlatım olur diyerek kendinizi içinde buluyorsunuz. Ve aradan geçen yarım asıra rağmen, maalesef Türkiye'de aslında çok fazla bir şeyin değişmediğini de anlıyorsunuz.
Değirmen - Sabahattin Ali
Arka Kapak
"İşte adaşım, sana seven bir Çingene'nin hikayesi. Çiçeklerin açtığı bir mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturtmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir... (...) Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım, yalnız bu sevmektir."
Gerçek edebiyat neymiş anlıyorsun. Öykü okumayı hiç sevmem diyenlerin bile zevkle okuyacağı öyküler ve sürpriz bir son öykü.
Dan Brown - Kayıp Sembol
Arka Kapak
Dan Brown; Da Vinci Şifresi, Melekler ve Şeytanlar'dan sonra Kayıp Sembol'de insanlığın yüzyıllardır beklediği bir gerçeğin peşinde... Harvard Simgebilim Profesörü Robert Langdon, Kongre Binasında konferans vermesi için yakın bir arkadaşından davet alır. Ancak, Washington'a varır varmaz oldukça garip bir durumla karşı karşıya kalan profesör, kendini korkunç bir oyunun ortasında bulur. Kongre Binas'na bırakılmış olan bir sembolün -yakın arkadaşı Peter Solomon'ın kesik eli- varlığını haber veren bir telefon, Langdon'ı hiç de yabancısı olmadığı bir dünyaya davet etmektedir. Antikçağlarda kullanılan bu sembolik çağrı, daveti alan kişiyi ezoterik bilgeliğin hüküm sürdüğü, çok eskilerde kalmış kayıp bir dünyaya sürükleyecektir. Sonu belli olmayan bu mistik daveti arkadaşını kurtarmak için kabul eden Langdon, bir anda masonik sırların, saklı kalmış tarihin ve o güne dek görmediği yerlerin gizli dünyasında inanılmaz bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Artık cevaplanmas? gereken sorular vardır: İnsanlığın Altın Çağı, açılmaması gereken bir kapının aralığından sırlarıyla birlikte yok mu olacak, yoksa hikmetin ışığında tüm soruların cevapları mı bulunacaktır?...
Bir Apaçi Masalı - Angutyus
Arka Kapak
Dizüstü Edebiyat'ın son kitabı yine çok farklı, yine çok eğlenceli!
"Masallar dinleyerek büyümeyen çocukların masal gibi hayatları olur" diyerek başladı yola.
Toprak kokusundan arabeske, gecekondu yaşamından barmenliğe, Alanya'dan İsveç'e ve dünyanın 80 ülkesine! Sosyal, sınıfsal, duygusal ne derdimiz varsa hepsini yaşamış ve "Apaçi" deyip de anlayamadığımız gençlerin hayatını modern bir masala dönüştürmüş Angutyus'la tanışıyorsunuz.
Sınıfsal farkı eğlenceli bir şekilde anlatıyor derken, çok fazla argo ve küfür buluyorsunuz ki bunun da bulunduğunuz sınıfa göre sizi rahatsız etme derecesi değişiyordur. Bence önemli olan bulunduğunuz yerden bakarken hiç bir şeyi yargılamamayı başarmaktır.
Elif - Paulo Coelho
Arka Kapak
"Hilal'e isminin anlamını sordu; Türkçede ayın ilk günlerinde aldığı yay biçimi demektir. Ülkemin bayrağında da vardır hilal..."
Elif'in başkahramanı dünyaca meşhur yazar Paulo Coelho, bir süredir bilgelik yolunda gelişmesinin durduğunu hissetmektedir. Belki de yapması gereken tek şey, esrarengiz ustası J.nin tavsiyesine uyup, "Gönlünün onu çektiği yere," gitmektir...
Rastlantılar Coelho'yu Rusya'ya savurur. 9288 kilometrelik yolu, bu uçsuz bucaksız ülkeyi, baştan sona trenle kat etmeye karar verir. Daha ilk durağından itibaren manevi bir arayışa dönüşen bu yolculukta ona üç kişi eşlik eder: Bir Tao ustası, Rus yayıncısı ve en ilginci, yetenekli bir keman virtüözü olan, sıra dışı genç bir Türk kadını; Hilal...
Coelho, son romanı Elif'le, bir kez daha hayatı güzelleştiren hazineleri ve mucizeleri kutluyor. Zamanın, mekânın, yaşadığımız başka hayatların dışında bir yerde, katıksız "aşk"ın peşinde, ruhun upuzun yolunu kat ediyor.
Ama bu kez, bizlere çok tanıdık gelen duraklardan geçerek...
"Coelho'nun kitapları, milyonların hayatına büyü katıyor."
-London Times-
Doğrusu benim hayatıma bir büyü kattığı söylenemez. Kendini arayışa pek bir şey katacağını sanmıyorum. Bir 'Simyacı' hiç olamaz.
Zülfi Livaneli - Serenad
Arka Kapak
Roman okumak istiyorsanız…
Her şey, 2001 yılının Şubat ayında soğuk bir gün, İstanbul Üniversitesi'nde halkla ilişkiler görevini yürüten Maya Duran'ın (36) ABD'den gelen Alman asıllı Profesör Maximilian Wagner'i (87) karşılamasıyla başlar.
1930'lu yıllarda İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yapmış olan profesörün isteği üzerine, Maya bir gün onu Şile'ye götürür. Böylece, katları yavaş yavaş açılan dokunaklı bir aşk hikâyesine karışmakla kalmaz, dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.
Serenad, 60 yıldır süren bir aşkı ele alırken, ister herkesin bildiği Yahudi Soykırımı olsun isterse çok az kimsenin bildiği Mavi Alay, bütün siyasi sorunlarda asıl harcananın, gürültüye gidenin hep insan olduğu gerçeğini de göz önüne seriyor.
Okurunu sımsıkı kavrayan Serenad'da Zülfü Livaneli'nin romancılığının en temel niteliklerinden biri yine başrolde: İç içe geçmiş, kaynaşmış kişisel ve toplumsal tarihlerin kusursuz Dengesi.
İnsanın içini acıtan, duygularını alt üst eden, geçmişi, bügünü, yaşadıklarını gözden geçirten bir kitap.
Marc Levy - Dostlarım Aşklarım
Arka Kapak
Dostlarım Aşklarım, dünyanın çeşitli ülkelerinde milyonlarca okura ulaşan Marc Levy’nin yeni romanı. Son dönem Fransız edebiyatının en gözde yazarlarından Marc Levy, okurlarına bir kez daha duygu ve mizah yüklü bir dünya sunuyor ve Londra’nın göbeğindeki Fransız mahallesinde geçen sımsıcak, sevecen ve sevimli bir öykü anlatıyor.
Otuzlu yaşlarını süren, boşanmış ve çocuklu iki eski arkadaş, hayatlarını yeniden kurmak için aynı çatı altına yerleştiklerinde bir kural koyarlar: Eve tek bir çocuk bakıcısı ve kadın bile ayak basmayacaktır. Biri son derece egoist ve çocuk kalmış, öbürü mükemmeliyetçi ve özverili bu iki adam, kimi zaman çatışarak, kimi zaman uzlaşarak birlikte yaşamaya çalışırlarken yalnız değildirler. Çevrelerinde dostları ve kapılarında bekleyen aşkları vardır. Peki, geçmişin izlerini silecek gücü bulabilecekler midir?
Dostlarım Aşklarım, hayatlarını başkalarıyla çoğaltmak için, ördükleri duvarları kendi elleriyle yıkma yürekliliğini gösteren insanların öyküsü.
Kolay akan, insanın içini ısıtan, sorgulatan bir kitap
Marc Levy - Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey
Arka Kapak
Düğününden birkaç gün önce, Julia babasının sekreterinden bir telefon alır. Önemli bir iş adamı olan babası Anthony Walsh törene katılamayacaktır. Her zaman mesafeli ve sorunlu bir ilişkileri olduğundan, Julia bu habere pek de şaşırmaz, ancak bu kez babasının mazereti haklıdır: Anthony Walsh ölmüştür.
Cenazenin ertesinde onu bekleyen bir sürpriz daha vardır. O güne kadarki en tuhaf seyahatine çıkacaktır; üstelik hiç düşünmediği biriyle ve on sekiz yıl önce kaybettiği başka birine doğru. Julia'nın, söylenememiş gerçekler, itiraf edilememiş sırlarla dolu geçmişi yaşamına yeni bir yön vermesine izin verecek midir? Babasının ve Tomas'la yarım kalan ilişkisinin açtığı yaralar onu nerelere savuracaktır?
Kitabın sonlarına doğru 'Dostlarım Aşklarım' daki karakterleri başka bir açıdan burada görmek çok keyifliydi.
Gül İrepoğlu - Gölgemi Bıraktım Lale Bahçelerinde
Arka Kapak
Bu roman gerçekler üzerinde hayaller kurularak yazıldı, en çok da insanların insanca yönü üzerinde durularak, Lale Devri'nin hükümdarı Sultan III. Ahmed ile bu devrin ruhunun nakkaşı Levni'nin, tarihin akışı içerisinde sivrilen kişiliklerinin de bir tahlili aynı zamanda.
Bu romandaki insanı anlatan bazı öyküler kendi sınırları içinde kalmış, bazıları ise tarihin akışını değiştirmiş.
Romanın temel kahramanları ve ölüm tarihleri gerçektir, ancak olayların birbirine bağlanışı kurgulanmıştır. Buna gerçekleri hayallerle genişleten ve zenginleştiren bir canlandırma da denebilir. Okuyucunun zihninde "Acaba?" sorusu daima cevapsız kalacak ve hayaller de hiç bitmemek üzere sürecektir.
Lale Devri tıpkı bir masal gibidir, ama alışıldığı gibi mutlu sonla bitmeyen bir masal. Zaten romanda da uzunca bir masal anlatılır, her masal gibi biraz gerçek payı, biraz kıssadan hisse, bolca hayal olan...
Lale bahçelerinde kalan gölgenin biçimi ise okuyucunun hayaline bırakılır.